Hakkımda

12 yaşımdayken kral arthur ve şövalyelerini konu alan bir romansla tanıştığım lancelot'a aşık oldum. arthur ve lancelot'u daha yakından tanımak istediğim için yıllarca arthur mitolojisi okudum. sonra ingiliz, kelt, iskandinav, dünya mitolojileri, efsaneleri, dinleri derken biraz psikanaliz, biraz karşılaştırmalı mitolojiler, biraz din ve inanç teorilerine bulaştım; şu an derdimi anlatacak kadar freud, jung, eliade biliyorum. bu blog, saydığım konuları karıştırıp çorba yapıyor. afiyet olsun.

16 Şubat 2006

kutsal kase

çok ama çok kökeni olan, çok yere çekilebilecek verimli bir konudur. masonlardan yahudilerden pek anlamadığım için hristiyan kısmından bakacağım:

her şeyden önce, kutsal kan*ın ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. ezoterik öğretilerde, kanın kişinin özünü, gücünü taşıdığına inanılır. hatta, güçlü olmak için soyun önemi de bundan ötürüdür. hristiyanlığın çoklukla bu tür inanışlardan temel aldığı fikri üzerine gidersek, kanın hristiyanlıkta da çok önemli sayıldığını söyleyebiliriz. hele de bahsi geçen şahıs "peygamberler ve kralların soyundan gelen" biri ise, kanının gücü aşikardır.

bu durumun iki sonucu vardır. birincisi, bu "kutsal" kanın, (sembolik bir durum olarak) toprağa düşmemesi gerektiğidir. çünkü kutsal denilen şey gökseldir, dünyeviliği temsil eden toprağa ait değildir. toprakla temas halinde olmaz hiçbir zaman (yere basmayan, omuzlarda taşınan iran krallarını düşünün. ve ossian'ın ayağını yere değdirince birden yaşlanmasını). bu inanca islamiyet'ten de örnek vermek gerekirse, şöyle bir hikaye ile karşılaşıyoruz:

"peygamber efendimiz cebrail (a.s) a sordu: ey cebrail hiç 7 kat semadan yeryüzüne korku ve dehşet içinde hızlıca indin mi?

cebrail: evet ya muhammed 3 kez dediğin şekilde indiğim oldu.

bunun üzerine peygamberimiz sordu: nasıl oldu anlat.
(...)
cebrail (a.s): ya rasulallah onu ne sen sor ne ben söyleyeyim. rabbime en yakın olduğum yerdeydim. kendi mekanımda ve 7 kat semanın en tepesi denebilir. sen uhud savaşındaydın ve savaş sırasında darbe aldın. darbe alınca miğferinin demiri yanağına battı. ashab geldi yanına ve sana olan terbiyesindendir ki o demiri eliyle değil ağzıyla yanağından hafifçe çekti çıkardı. işte tam o sırada yanağından süzülen bir damla kan yere düştü düşecek...

alemlerin rabbi şöyle dedi: yetiş ey cebrail. eğer resulümün kanı yere düşerse andolsun ki yerde ve gökte bir tek canlı bırakmam. işte o anda tüm gücümle yeryüzüne uhud'a yöneldim.o kadar hızla indim ki .... yanağından süzülen kan tam yere damlamak üzereyken yetiştim ve kanadımın üzerine düşürdüm... hamd olsun rabbime..." [*] [**]

bu felaket, hristiyanlıkta bu şekilde anlatılmaz. ama bu konudaki hassasiyetin aynı olduğu kesindir. isa, ölümünden bir gece önce son yemekte*, "this is my blood" diye kupasını (kupa ya da kase) havarilerine uzattığı zaman, bu yaklaşık 6 saat sonra yaşanacakların öngörüsünden başka bir şey değildi. çarmıha gerildiğinde, kanı, toprağa değmesin diye, arimatealı yusuf tarafından aynı kapta toplandı. sonrasında ise, pagan batı avrupa'ya taşındı; çünkü siyasi nedenler ve saygı dışında, aslında bu adamların özü de pagandı ve yusuf, elindeki kanın güçlü bir malzeme olduğunun farkındaydı.

kutsal kanla ilgili çıkaracağım ikinci sonuç ise, başta da bahsettiğimiz soyla ilişkilidir. isa'nın ataları kadar, çocukları da çok önemli bir sorundur. soyun devamı, dini öğretiler yayıldıktan sonra hiçbir işe yaramadığı gibi büyük tehlike oluşturacaktır siyasetçiler için, çünkü eninde sonunda yönetim siyasetin eline geçecektir ve peygamber soyunun liderliği, yaşadıkları sürece devrilemez olacaktır. bu da, soyun devamlılığının ne kadar imkansız olduğunu gösterir, zira baktığımızda muhammed'in torunlarının* öldürüldüğünü biliyoruz. isa'ya bakarsak ise, dan brown'a sonsuz teşekkürlerimizle, magdalalı meryem meselesiyle karşılaşırız.

isa'nın meryem'le evli olduğu iddiası, pek çok nedenden ötürü doğru olabilir. her şeyden önce, isa bir yahudidir*, ve 30'lu yaşlarının ortasındaki bir yahudi'nin, dönemin geleneklerine ve dinin kendisine bakarsak, evlenmemesi gerektiği gibi bir şeyle karşılaşmayız, aksine, evlenmesi ve soyunu sürdürmesi gerektiğini görürüz. başkaca nedenlerin de desteklediği bu iddianın doğru olduğu üzerinden devam edersek, meryem, isa'nın soyunun, yani kanının taşıyıcısı olan kişidir. aradaki ilişki çok rahat kurulabilir sanırım, isa'nın kanının çarmıhta doldurulduğu kupa, ve evliliklerinde aktarılan kanın taşıyıcısı olan meryem'in rahmi. meryem'in kutsal kase simgesi olması da buradan gelir.

bu simge, elbette ki romantik amaçlar güdülerek oluşturulmamıştır, yalnızca ortaçağ romanslarına konu olsun diye değildir. az önce de bahsettiğimiz gibi, soyun devam edebilme ihtimali, siyasi liderlik savaşları nedeniyle çok düşüktür ve meryem'in iyi bir korumaya ihtiyacı vardır. bu korumayı sağlamak için de, bu tür şifreler, hiyerarşik örgütlenmeler düzenlenmiştir.

meryem'in incilde neden bir hayat kadını olarak geçtiğine gelince; meryem gerçekten de bir hayat kadını* olabilir, ama tapınak fahişesi. yani çoktanrılı dönemin yasal fahişelerinden biri. tevrat, bu fahişeleri yok etmek için ciddi bir gayret gösterir, fakat çeşitli kaynaklardan ve hatta kitabın kendisinden bile anlaşılabileceği üzere çok etkili olamaz. hristiyanlık dönemine kadar mabet fahişeliği sürmüş olabilir, magdalen de bunlardan biri olabilir. hatta kitapta isa'yla tanışıp fahişeliği bırakması, mabet fahişelerine bir çağrı olarak kullanılmış olabilir.

(işin burasından sonrası avrupa'da geçer. havarilerin çoğunun, kutsal kase'nin ve meryem'in avrupa'ya gitmesinin sebebini yüzeyselce roma olarak görebiliriz. dinin merkezi, kuşkusuz siyasetin merkezinde olacaktır.)

bahsettiğimiz örgütlenmeler bizi doğrudan tapınakçılar*a götürür. işin bu noktası çok daha çetrefillidir ki burada özetlemek imkansıza yakın zannımca. ama tapınakçılar konusundan, kutsal kase'nin arthur efsanesiyle olan ilişkisine, tarihi bilgilerden kutsal kasenin edebi boyutuna geçilebilir.

yuvarlak masa şövalyelerinin son dönemlerinde, gördüğümüz neredeyse tek quest kutsal kase'nin peşine düşmektir. hristiyan yazarlardan okuduğumuz üzre* doğru hristiyan* olan şövalyeler* kutsal kase'yi görebilmeyi başarır. kase, bu hikayelerde, bir bakire tarafından taşınır ve tamamen soyut bir şey olarak tasvir edilir. galahad orada ne gördüğünü anlatamaz, sadece ne hissettiğini anlatabilir. kase'nin mucizevi iyileştirme gücü ön plana çıkarılmıştır. burada birkaç neden olabilir, isa'nın, tüm gerçek krallar gibi* iyileştirme gücüne sahip olduğu bilinir, kan onun kanı olduğu için bu özellik devam ediyordur. fakat, isa'nın başka mucizelere de sahip olduğunu biliyoruz, o halde neden özellikle iyileştirme denecek olursa, bunun ingiltere'ye has bir durum olduğunu öne sürebilirim. ingiltere, arthurian'da yaralı topraklar olarak geçer. iyileştirme özel bir konudur, bu nedenle ön plana çıkarılmış olabilir.

hristiyan yazarlar, açıkçası olaya tam bir hristiyan gibi yaklaştığından pek sıkıcıdır. yukarıda anlattığımdan pek fazla bir şey göremezsiniz. ama asıl güzel olan keltlerin yaklaşımıdır, onlar için isa, üstün bir druidden pek farklı değildir, kanı ise bir büyücünün asası, ya da gölgeler kitabıyla benzer bir öneme sahiptir. hem, bütün okuduklarınızın ezoterik karşılıklarını keltik motifler içinde görmek keyif verir insana (bana veriyor en azından. canlarım benim, çok seviyorum ben kelt).

özetle, işbu efsanede, lancelot, bors, galahad gibi pek çok bildiğimiz ismin, aslında ilk tapınakçılar olduğunu görürüz. tapınakçı kavramının genelgeçer anlamına baktığımız zaman, ne lancelot'un ne diğerlerinin amaçlarının pek de öyle geniş olmadığı görülebilir, ama zaten amaçtaki bu genişleme işin içine siyasetin, ekonomik dertlerin girmesiyle meydana geldiği için, edebi eserlerden bunları duymayı pek bekleyemeyiz. fakat şu gibi şeyleri görebiliriz, ki pek önemli detaylar değildir aslında ama neyse, tapınakçıların simgeleri bu bahsi geçen şövalyelerden gelmiştir. beyaz pelerin üzerine kırmızı haç, kutsal kase arayışına* çıkan arthur şövalyelerinin kıyafetidir.

bu yazının gidişatını biliyorum, o nedenle daha fazla sündürmeden ilgili kitap/kaynak isimlerini vererek konuyu kapatayım:

morte d'arthur-sir thomas malory
the survival of pagan gods-jean seznec
işaretler, semboller ve alametler-raymond buckland
the middle ages-joseph r. strayer & dana c. munro
http://www.sorularlaislamiyet.com/...

ayrıca işin edebi yönüyle ilgilenenler için zoraki tavsiyem chretien de troyes olacaktır, en önemli ve okunması zevkli kase şairi chretien'dir diye düşünüyorum. ayrıca wolfram van eschenbach'ın perceval'i de önemli bir eserdir.

sevgiler.


[*] peygamberin kutsal kanının toprağa değmesinin felaket getirmesi kafaları karıştırabilir. çünkü, britanya mitolojilerine bakarsak, balıkçı kral'ın yarasının iyileştirilmesi için (ki bu da yaralı toprakların iyileşmesiyle bağlantılıdır) bir bakirenin soylu kanının akıtılması gerekmektedir. bir tarafta kan yıkıcıyken, diğer tarafta iyileştiricidir; bu fark hz. muhammed'in kanının kral kanı, diğerininkinin ise yalnızca bir alt dereceden soylu kanı olmasından ötürü müdür? hayır. önemli olan kuşkusuz niyettir (ayet gibi oldu bu cümle). isa'nın kanı da, muhammed'in kanı da bahsettiğimiz hikayelerde zorla, kötü niyetlerle, kendi fedakarlıkları dışında akıtılmıştır. oysa bakire, kanını kralın iyileşmesi için kurban olarak sunar, tamamen kendi rızasıyla.

{ufak ek} "kanın toprağa düşmesinden gelen lanet" ise taa tevrat'tan, cain ve abel hikayesinden beri kullanılır.

[**] metin http://www.lahuti.com/... adresinden alınmıştır.

Hiç yorum yok: