Hakkımda

12 yaşımdayken kral arthur ve şövalyelerini konu alan bir romansla tanıştığım lancelot'a aşık oldum. arthur ve lancelot'u daha yakından tanımak istediğim için yıllarca arthur mitolojisi okudum. sonra ingiliz, kelt, iskandinav, dünya mitolojileri, efsaneleri, dinleri derken biraz psikanaliz, biraz karşılaştırmalı mitolojiler, biraz din ve inanç teorilerine bulaştım; şu an derdimi anlatacak kadar freud, jung, eliade biliyorum. bu blog, saydığım konuları karıştırıp çorba yapıyor. afiyet olsun.

4 Mayıs 2007

şövalyeler

(fr.) chevalier, atlı anlamına gelir. 5. ya da 6. yüzyılda (arthur dönemi) ortaya çıkmış olabilirler ilk olarak. (bkz: yuvarlak masa şövalyeleri). şövalye kavramının çıkışı, tamamen hristiyan kökenli bir durumdur; incil'in bir bölümünde "bin kişi arasından seçilmiş" şeklinde bir ibare geçer, bu kalabalık içinden seçilmiş kişiler şövalyelerdir işte.

şövalyeler, işin mantığının özünde doğumları nedenleriyle değil, ruhen asil, şerefli insanlardır. dürüst, cömerttirler ve yoksula, yardıma ihtiyacı olana yardımcı olmak zorunda oldukları gibi kesinlikle kötü davranmazlar. zengin insanlar da değillerdir, şövalyelik dışında bir işle uğraşmaları onursuzluk sayılır. örneğin, bütün şövalyelerin gayet iri yarı, güçlü kuvvetli insanlar olduklarını düşünürsek (80 kg.luk zırhlar vs), bu durumu pek çok para getiren işte kullanabilirlerdi diyebiliriz, fakat özellikle fiziki güç gerektiren bir işte çalışmak çok büyük bir rezillikti şövalye için. parasını kendi kazanmadığı için, onlara doğrudan kral veya bağlı olduğu lord bakardı, her lord şövalyelerine en az iki at, zırh takımı ve silah temin etmek zorundaydı. bunun karşılığında şövalye lorduna yılda 60 gün kadar bir süre hizmet vermeliydi (acil durumlar dışında zorunlu hizmet 60 gündür, savaş, seferberlik gibi durumlarda hesap söz konusu değildir, böyle bir şey düşünmek zaten büyük onursuzluktur). şövalyelerin gezici olmasının ve pek çok macera yaşamasının sebebi de, işte kalan 300 gün serbest olmalarıdır.

fakat bu düzen, iş arthur romanslarından dışarı taşınıp, şövalyeler vassal-süzeren ilişkisinin en önemli basamağı, kralın ve derebeylerinin pis işlerini yapan savaşçılar haline geldiğinde değişti. "bin kişi arasından seçilmiş" bu kıymetli kişiler, gayet de şövalyelik onurlarını hiçe sayabilir hale geldiler, serflere, yoksullara, köylülere, gücü yetmeyenlere, bırak yardım etmeyi, ellerinden gelen eziyeti yapmayı eğlence bildiler. "fakir şövalye" kavramı rafa kalktı, yardım edilmeyi bekleyen yoksullar sömürülmesi gereken para sahibi insanlara dönüştü. bu nedenle halk arasında "mavi kanlı" şeklinde bir söylem çıktı onlar için. halk, onların insandan başka bir şey olduğunu ima ediyordu bu söylemde. (hatta belki sürüngen de demeye getiriyorlardır inceden, bilemeyeceğim.)


peki nasıl şövalye olunurdu? kendini prouesse (prowess), largesse (generosity), courtoisie (courtesy), franchise (free birth), honeur (honor) konularında ispatlamış bir savaşçı, bir lordun gözüne girdiği takdirde, ya da başka bir şövalye ona referans vererek kefili olduğunda, (misal arthur'un tercih ettiği gibi) pentecost gibi özel günlerde şövalyeliğe kabul edilirdi. burada "genellikle" diyelim tabi ki, törensiz zamansız şövalye ilan edilme efsaneleri pek yaygındır bilindiği üzre. (bkz: lost tales on black prince)

lordun önünde diz çöken savaşçı, kılıcın ucu üç kez omuzlarına değdikten sonra (bkz: teslis) (bkz: trinitiy) lorddan okkalı bir tokat ya da yumruk yerdi: "bu onurunu almadan yediğin son darbe olsun". sonrasında da, ingilizlerde şu sözler söylenirdi: "in the name of god and st. george, i dub thee a knight." fransızların bütününde ve daha sonraki dönemlerde ingiltere'de kullanılan, en yaygın sözler ise şunlardı: "in the name of lord, son and holy spirit; i dub thee a knight."

Hiç yorum yok: