Hakkımda

12 yaşımdayken kral arthur ve şövalyelerini konu alan bir romansla tanıştığım lancelot'a aşık oldum. arthur ve lancelot'u daha yakından tanımak istediğim için yıllarca arthur mitolojisi okudum. sonra ingiliz, kelt, iskandinav, dünya mitolojileri, efsaneleri, dinleri derken biraz psikanaliz, biraz karşılaştırmalı mitolojiler, biraz din ve inanç teorilerine bulaştım; şu an derdimi anlatacak kadar freud, jung, eliade biliyorum. bu blog, saydığım konuları karıştırıp çorba yapıyor. afiyet olsun.

30 Ağustos 2005

ossian (ocean)

kelt mitolojisinde fiana hanedanı vardır, oldukça ünlü, güçlü bir hanedandır. liderleri ünlü savaşçılardır, öyle ki tanrılara bile meydan okumuşlukları, savaşıp yenmişlikleri vardır bunların. fiana klanının son liderlerinden biri olan finn mccool'un sadb isimli bir hatundan doğma oğlu ossian'ın hayat hikayesi ilginçtir, konuyla ilişkilendirmeyi size bırakarak onu anlatacağım:

ossian, babasından aldığı genlerin de etkisiyle, irlanda'nın gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden biri olur henüz genç yaşında. günün birinde, deniz tanrısı manannan mac lir'in kızı niamh'a aşık olur, ve şiir yeteneğiyle büyülü kızı tavlamayı başarır. kız onu, kelt cennetlerinden biri olarak tabir edilen su altı krallığına, yani babasının topraklarına götürür. orada mutlu bir şekilde yaşamaya başlarlar, fakat bir zaman sonra, ossian ülkesini çok özlediğini fark eder. bunu niamh'a söylediğinde, kız ona altın ve gümüşle süslenmiş bir at verir, ve der ki, "bu atın üstünde oturduğun süre boyunca, yıllar atının ayaklarının altından geçip gidecek. ama ne zaman ki ayağın yere değer, o vakit bütün o yıllar üzerine binecek."

ossian'ın su altı ülkesine geri dönmesi için yaptığı bu büyüyle, ona yıllarca dolaşma imkanını sunmuştur bir yandan. ossian, atının üzerinde 300 yıl boyunca seyahat eder, topraklarını dolaşır. fakat artık insanları tanıyamaz hale gelir, insanlar küçülüp ufalmıştır, ve güçsüzleşmiştirler! bir gün bir köyden geçerken, üç çiftçinin bir değirmen taşını döndürmeye çalıştıklarını görür ve yardım etmek ister, fakat ayağı toprağa değer değmez 300 yıl birden üzerine çöküverir! artık o da, yaşlı, kırılgan bir ihtiyardır.

bunu gören çiftçiler, ossian'ı tuttukları gibi ünlü aziz patrick'e götürürler. st. patrick, ossian'a hristiyanlığın bu topraklara geldiğini, paganlığın ve onların tanrılarının çoktan yok olduğunu anlatır. ossian hristiyanlığın ne olduğunu merak eder, patrick ona anlatır.
"ne kadar acımasız bir tanrınız varmış sizin.." der. "sanki tek amacı sizi cezalandırmak."
patrick "tanrı yücedir, en büyüktür, o ne derse o olur," dediğinde ossian klanını, şanlı fiana hanedanına ne olduğunu sorar. st. patrick, hepsinin şu anda cehennemde yandığını söyler ona. ossian bu sözler üzerine güler,
"benim klanımın girmek isteyip de giremeyeceği cennet yoktur." der patrick'i dumurlar içinde bırakırcasına. "babam cennete gitmeye karar vermediğine göre, benim de cehenneme gitmem gerekir. bunun için ne yapmam gerekiyor?" patrick cevaplar:
"tanrı'ya ve oğlu isa'ya inanmadığın sürece oraya gideceksin zaten!"
"ne garip.." der ossian, "hayatım boyunca onurumla yaşadım. babam yaşamışların içinde en dürüst, en iyi, en cömert adamdı. buna rağmen tanrınız, sırf ona inanmıyorum diye beni cezalandırmak mı istiyor? öyle olsun o zaman.."

azize arkasını döner ve kiliseden çıkar. yaşamış son gerçek pagan olarak ölür ossian.

Hiç yorum yok: